Kategoriler
İzlenimler

Evet, Gencim…

2019’un Eylül ayında bir takım şeyler öğrendim.

Ortak amaçları olan insanların koordine olma hızlarının bu kadar yüksek olduğunu bilmiyordum mesela. İLKYAR gönüllülerinin kısıtlı zamandaki verimi artırabilmek için olağanüstü bir hızda hareket ettiklerini gördüm.

Ortaya çıkan iş benim için etkileyiciydi. Birbirine benzeyen veya benzemeyen insanların yegane birleştiricilerinin çocuklar olması, etrafta vızır vızır hareket etmeleri… Bazen durup iki üç saniye çevremi izliyordum. Güzel bir şey görünce bakmayı severim, beni gülümsetir. Gülümsemenin ve gülümsetmenin bu kadar kolay olduğunu da bilmiyordum. Atla deve değil tabi ki ancak bir çocuğun Kürtçe “Nasılsın?” cümlesini öğrettiğinde dakikalarca kıkırdayabileceği aklıma gelmezdi.

Bir insanın hayatındaki 40 dakikanın ne kadar etkileyici olabileceğini bilmiyordum. Çocukların bir günlük derslerini alıyorduk. İlk dinledikleri şey Hüseyin Hoca’nın sunumu oluyordu. Yarım saat bir saat sürüyordu. Ardından ders saatleri boyunca etkinlikler yapıyorduk (resim etkinliği, fizik etkinliği, tarih etkinliği vb.). Gün sonunda çocuklarla konuşurken “Profesör olmak istiyorum.”, “Bilim insanı olmak istiyorum.”, “Siz nesiniz tam olarak?” cevapları ne yaptığımızı açıklıyor, çok somut bence.

Sınıfta çok hareketli ve çok sesli çocuklar vardır. Çocuğun yapısı olduğunu sanırdım. Nasıl davranılması gerektiğini bilmiyordum. Arka sıradan izlediğim bir etkinlik saatinde gönüllü arkadaşımın bu çocuğun ellerinden tutarak anlatmaya başladığını, birkaç dakika boyunca çocuğun gözlerinin içine baktığını gördüm. Ardından diğer çocuklarla göz teması kurmaya devam etti, ancak çocuğun ellerini uzun süre bırakmadı. İzlerken içimden “hadi canım” dediğimi hatırlıyorum. 12 sene okudum. Sınıfımda daha konuşkan çocuklar oldu. Öğretmenlerimin yaptıkları bir hareket hatırlamıyorum ki o hareketli çocuk o dakikadan sonra pür dikkat dinlesin. Arkadaşım bunu yapmıştı.

Çocuklarla nasıl iletişim kurulacağını bilmiyordum. Anlamanın ve anlaşılmanın zor olduğuna inanıyordum. Konuşabileceğimizi düşünmüyordum. Çevremde gördüğümde korkuyordum.  Pek deneyimli de değildim, benden küçük bir akrabam yok. Şu an muhabbet etmek istediğim ortaokul öğrencileri, ilkokul öğrencileri var.

Eylül’de gördüğüm çocukların bir kısmıyla konuşmayı özlüyorum. Sanırım yeteri kadar önem verdiğim bir bireyin çocuğu olmamıştı veya benim önem verdiğim bir çocuk. Daha önce çevrede görüyordum okullarımda, parklarımda. Çocuğun ne olduğunu bile anlayamıyormuşum sanırım.

Korku önyargı getiriyor sonuçta, önyargı da mesafe.

Sahip olduğum zamanın ne olduğunu bilmiyordum.

Evet gencim.
Önümde büyük bir hayat var.
Çok fazla günüm, saatim var.
Okula gidiyorum, geliyorum,
arkadaşlarımla eğleniyorum, okuyorum, izliyorum, yatıyorum.
Bu şekilde günler birbirini takip ediyor.
O monotonlukta elimdekinin kutsallığı kayboluyor.
Sıradanlaşıyor.
Hayatımın bir günü olduğunu düşünemiyorum.
Yapacaklarımın, yapabileceklerimin farkında değilim.
Artık biliyorum ki her gün 6’da kalkabilirim.
Fazla miktarda sıra taşıyabilirim.
Günün 6 saati boyunca sınıflarda çocuklara deney yapabilirim.
1 saat boyunca ip çevirebilirim.
Yatmadan önce masal okuyabilirim.

Ben faydalı olabilirim.

Gönüllülüğün birey için de olduğunu bilmiyordum. Günlük hayatta hoş gördüğüm yanlış davranışlarım vardı. İtiraf edemeyeceğim davranışlarda bulunmuyorum. İki saat boyunca dizi izleyebiliyordum, uykuluyken selam vermeyebiliyordum, kendi içimde hak verdiğim fevri çıkışlarım olabiliyordu; artık mazeret üretmiyorum, yapılması gereken dediklerim var ve kılıf uydurmadan yapmaya çalışıyorum.

Kendi kişiliğimin değişeceği aklıma gelmezdi.
Bir İLKYAR gönüllüsü olmaya çalışıyorum.

Tanık olduğum her şey için çok teşekkürler. 

Dila Öztürk
Makine Mühendisliği

Kategoriler
İzlenimler

Canım Cicim Balım Yağım

“Canım, cicim, balım, yağım İlkyar..”

Kendi sözlerimle başlamak isterdim ama ben bu kadar güzel anlatamam sanırım sevgimi…
Bu söz ilkyarın dokunduğu minicik bir el tarafından yazılmış, o müthiş yüreğe sığabilen kocaman bir ilkyar sevgisi…

Bir bilebilsek o yüreklere sığabilen şeyleri, eğer bir çocukla uzun uzadıya konuştuysanız ne kadar sevmeye, sevilmeye açık olduğunun farkına varmışsınızdır elbet..

Fakat eğer yatılı okulda kalan bir çocukla konuşursanız o zaman bu sevginin boyutunu sizler bile anlayamıyorsunuz, ben anlayamadım mesela yetmedi yüreğim. Anlayamadım nasıl bu kadar sevebildiklerini, anlayamadım Miray’ın dört yaşındaki kardeşinin minicik bi kazağını alıp yurda getirerek, her akşam onu koklayarak, ona sarılarak uyumasını…

Ya da mektubunda bana saçının ucunu kesip gönderen kardeşimin sevgisini,
ya da Ayşe’nin minicik boncuklarla günlerce uğraşıp adımı yazarak yaptığı bilekliği,
ya da otobüse bile sımsıkı sarılmaya çalışan minik Hilal’i,
ya da mektubunda “dudağındaki uçuk geçti mi Büşra abla?” diye soran Abdullah’ın sevgisini…

Dört yıl önce gittiğim ilk projemde öğrenmiştim ben sevgi kelimesinin ne anlama geldiğini, sevgiyi hissetmeyi, bir çocuk tarafından sevilmeyi, insanları nasıl daha güzel sevebileceğimi, bir çocuğun ne kadar masum olduğunu, bu dünyayı işte bu masumiyet ve sevginin kurtaracağını, en kıymetli varlığımızın çocuklar olduğunu, bir çocuğun kendine inandığında neler yapabileceğini, umudun daima var olduğunu, bir şeylere gönül verebilmeyi, sımsıkı sarılabilmeyi, hala gözlerinde ve yüreğinde çocukluğunu barındıran yetişkinler de olduğunu…

Bir insanın hayatında kaç kere “iyi ki” der ki, sanırım ben her projede tanıdığım her çocukta, çocuklardan gelen her mektupta, depoda zaman geçirdiğim her gönüllüde, Hüseyin hocayı her gördüğümde diyorum.

Adeta benim “iyi ki”lerimin kaynağı oldu İlkyar.

Büşra Küçük
ODTÜ
BÖTE

Kategoriler
İzlenimler

İlk Projemdi

İlk projemdi ve heyecanlıydım özellikle çocukların okulun bahçesinde toplanmaya başlamasıyla çocuklarla vakit geçirmek ve onlarla eğlenmek ve onlara bir şeyleri öğretmek ve o yüzlerindeki mutluluk ve şaşkınlığı görmek çok güzeldi. Kişisel olarak bilgi anlamında tam olarak karşı tarafa geçiremedim umarım ki ileriki projelerde bu sıkıntıyı da tam olarak atlatıp bilgi anlamında da çocukları doyurmayı gerçekleştirebilirim.

Ferdi abi müthiş bir koordinatörlük gerçekleştirdi. Berivan koordinatör yardımcısı olarak çok başarılıydı hem çocuklarla hem bizimle hem de etkinliklere girdi ve çok büyük efor harcadı. Kasım abi çok ufak şeyleri bile eğitimle birleştirip çocukları motive etmesi çok hoşuma gitti ve tabii çok şaşırttı.

Ekip arkadaşlarım ilk projemde bana çok yardımcı oldu her zaman güler yüzle öğretmeye çalıştılar ve çok samimi yaklaştılar bana. Ailem bana hep “İyi insan olursan iyi insanlarla karşılaşırsın” derdi ama bu kadar iyi insanı ben bir arada göreceğimi tahmin etmemiştim.

1. okuldaki çocuklardan birine ileride ne olmak istediğini sorduğumda şehit olmak istediğini dile getirmişti. Okulda zaten genel olarak polis, asker, jandarma olmak istiyordu. Çocuklarda genel olarak kavga, bağırarak konuşma, birbirlerinin sözünü keserek konuşma hep yaşanıyordu. Ama deneylere karşı çok ilgiliydiler.

2. okul da genel olarak asker, polis, BESYO okumak istiyordu. Çocuklar akademik olarak fazla iyi değillerdi ama eğlenmek istiyorlardı ve bize çok
çabuk bir şekilde bağlandılar hatta ayrıldığımızda ağlamışlardı çok şaşırmıştım.

Bu iki günde çok şey öğrendim ve umarım başka projelerde de yer alırım sizi tanımayı da çok isterim ve böyle bir topluluğu bir araya getirip bu güzel insanlarla tanışmama vesile olduğunuz için çok teşekkür ederim.

Burak DEBELEK
Mersin Üniversitesi

Kategoriler
İzlenimler

Küçük Bilimci Çocuk

İşte yine yollardayız, daha çok kardeşimizle tanışmak için, yeni ilk yar’lar edinebilmek için. Hep diyoruz, ama bir kere daha diyelim, okula yaklaştıkça içimi bir heyecan sarıyor, acaba bu sefer kimlerle tanışacağız, nasıl anılar biriktireceğiz, kaç çocuğun gülümsemesine ortak olabileceğiz…

İlk gecemizde hocamız hemen bir akşam sunumu yapıyor daha sonrasında odalarımıza geçiyoruz. Ertesi gün okula gittiğimizde çocukların o meraklı gözleri, kaçamak bakışları arasında ellerine çivileri tutuşturuyoruz; onlar küçücük elleriyle iç içe geçmiş iki çiviyi bir sağa bir sola çekiştirirken, bu sefer merakını gizleyemeyenler bizler oluyoruz: kaçıncı sınıfsın, en sevdiğin dersler neler, en son hangi kitabı okudun derken sorular uzayıp gidiyor…

Sonrasında bir telaş içerisinde sunum salonuna alıyoruz çocukları. Hüseyin Hocamızı meraklı gözlerle süzüyorlar aralardan sesler duyuyorum “bilim insanı” gelmiş diyenler oluyor, hayranlıkla sunumu izlerken.

Sunum bitince etkinliklerimize dağılıyoruz ilk etkinliğim 5. Sınıflarla, tek nefeste anlatmaya başlıyorum; kim olduğumuzu, neden geldiğimizi onları, ne kadar sevdiğimizi…
Ben onlara sevgimizi anlattıkça gözleri parlıyor, daha bir dikkatle dinliyorlar beni, biraz hayal kurmanın önemi ve güzelliğini anlattıktan sonra hadi herkes istediği gibi bir öykü yazsın diyorum, ilk başta biraz nazlananlar oluyor; bir tarafta “ya abla ben yazamam, hiç denemedim ki” diyenler, bir tarafta da düşüncelerini daha kağıda aktarmadan hevesle bana anlatanlar…

Yazmaya çekinenlerden Abdulsamet’in yanına gidiyorum biraz konuşmaya başlıyoruz hayallerini soruyorum hadi anlat diyorum bana anlatıyor da anlatıyor, daha öncesinde yaptığı küçük araba maketini nasıl yaptığını, hangi malzemeleri kullandığını, gelecekte neler yapmak istediğini… Hadi diyorum şimdi bunları hikaye olarak yaz, başlıyor yazmaya. Başta yazmaya çekinen Abdulsamet yetmiyor bir de resimle süslüyor kağıdını, etkinliğin sonunda getirip bana veriyor, merakımı ona yansıtmadan usulca kağıdını alıp teşekkür ediyorum sonra da hevesle okumaya başlıyorum.

Hikayesinin adı “Küçük Bilimci Çocuk” yenilikler keşfetmeyi isteyen, bilime meraklı ancak maddi durumu olmayan Mustafa’nın hikayesini anlatmış bize Abdulsamet. Hikâyeyi okuyunca bu yollara neden düştüğümüzü bir kez daha iyice anlıyorum. Anadolumuzun her köşesinde nice Mustafalar, Abdulsametler, Çoban Hüseyinler var ve kendilerine: “Evet başarabilirsin, bak buradayız, sana inanıyoruz.” dememizi bekliyorlar. Daha çok “Küçük Bilimci Çocuklara” ulaşabilme dileğiyle…

Beşire AKPINAR
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi

Kategoriler
İzlenimler

Umut Işığı

Bunu okuduğunuzda belki mutsuz, belki umutsuz belki de ruhu yorgun olanlar vardır aranızda. Bu yazdıklarımı sizlere armağan ediyorum. Belki yüzünüz güler, belki umutlarınız yeniden çiçek açar…

Bizim ne yaptığımızın değil onların ne yapacaklarıydı asıl önemli olan…
Kim bilebilir ki hayalini bile kuramadığı bir yere geleceklerini. Çekingen ürkek bakışlarla gelip, gözyaşlarıyla gideceklerini nereden bilebilirlerdi ki?Başlangıcı farklı ama sonu hep aynı olan bir projeydi ve bitti.

Bir şey yapıyorum, yürüyorum yemek yiyorum, konuşuyorum. Yani her zaman yaptığım şeyleri yapıyorum ama nasıl anlatsam, bir boşluk duygusu içindeyim. Sanki içimde derin bir hiçlik var. Şuan size yaşadıklarımı daha güzel anlatabilmek için binlerce kitap okumak isterdim ama yine de hissettiklerimi anlatmaya yeter mi; zannetmiyorum. Sanki ömrüm boyunca bu hisleri kelimelere dökemeyecekmişim gibi, hep yarım yamalak eksik kalacakmış gibi.

Tanımlayamıyorum.
Birebir şahit olunması, yaşanması gereken duygular bunlar ve o duyguların içinde kaybolunması gereken güzellikler. Size bakarken gülümseyince kısılan o gözler, meraklı bakışlar, abla abi diye peşimizden koşturmacalar…
Kim bu tarifsiz duyguların içinde kaybolmaz ki?

‘’İnsan hiçbir umut beslemediği zaman durumu kabullenebiliyor, ama kapkara bulutlar arasından iğne ucu kadar kendini gösteren bir güneş ışını belirince bütün dünyası o ışığa bağlı oluyor…’’

Ne mutlu ki o ışığı görmemizi sağlayan İLKYAR var. Kapkara bulutların arkasında parıldayan binlerce çocuğa ulaşmaya çalışan abi, ablalar var. Hepsine ulaşabilir miyiz bilmiyorum ama gidebildiğimiz her yerde bizden bu bayrağı alacak nice çocuk olduğunu biliyorum.

O çocuklardan biri olan Hilal gitmeden önce sarılarak şu sözlerdi fısıldadı Ferdi abisinin kulağına, sadece Hilal’in değil tüm çocukların ortak sözüydü bu aslında:

“Ferdi abeyy, benim iki abim vardı gelmeden önce şimdi üç abim oldu. Tıpkı senin bizden istediğin gibi söz veriyorum sürekli okuyacağıma, sonra da buraya gelip sizin gibi gönüllü olacağım. Bize bu mutluluğu yaşattığınız için size çok teşekkür ederim.

Bana dünyadaki en büyük mutluluğu sorsalardı bu duyguları yine anlatamazdım ama tam olarak da buydu aslında. Sizin yüzünüzdeki tebessüm, benim için eşi benzeri olmayan değeri ise paha biçilemez bir mutluluk. Aslında biliyor musunuz ben size teşekkür ederim. Sizinle geçirdiğim her güne binlerce kez teşekkür edebilirim. Bana bu duyguları yaşatabilen sadece sizlerdiniz. Umuyorum ki benim hissettiğim kadar bile olmasa sizin de o tebessümünüzden öte mutluluklar, umutlar bırakabilmişizdir size.

Umut edin abiciğim. Umut etmeyi ve hayal etmeyi hiç bırakmayın, bir de o tebessümünüzü. Hayatınız çok daha kolay ve güzel olacak. Bir tebessümünüzle bana hissettirdiğiniz duygular ilerde sizinle birlikte birçok insana hissettirilecek. Kalbiniz gülsün.
Tıpkı benimkini güldürdüğünüz gibi.
Kalbi güzel çocuklar.
Büyüyünce hiç değişmeyecek kalbi güzel insanlar olmanız dileğiyle.
Sizleri çok sevdim. Ve bu sevgi hep bende kalacak. Siz de sevmeyi unutmayın.
Benden başlayın hatta herkesi her şeyi sevmekle başlayın.
Unutmayın Dünyayı sevgi kurtaracak.

Hilal ve bütün çocuklara…

Ferdi KASIM
Mersin Üniversitesi

Kategoriler
İzlenimler

Sonsuzluğun Sonu Çocuk

Sonu güzel biten bi masal yazmak istersen başlığına sadece Ç O C U K yazmak yeterli. Sadece beş harf geri kalan yirmi dört harfi nasıl da anlamsız bırakıyor bazen. Beş harfin taşıdığı masumiyeti, başka hangi sözcük taşıyabilirdi ki? Hangi sözcüğü okurken insanın içi huzur bulur ya da hangi romanda gizli bu sözcükteki gizli duygular, gizli anılar?

Her “ç o c u k” deyişimde; yaşanılması, yeni anılar biriktirmem gerektiği aklıma gelir, ve gidilecek daha çok yolumun olduğunu hatırlarım.

Sizlere hissettiklerimi daha iyi anlatmak için daha çok kitap okumak isterdim demiştim önceki izlenimimde. Ama bugün anladım ki “daha çok kitap okumaya gerek yokmuş daha çok çocuk görmeye gerek varmış”. Sayfalar dolusu sözcüklere gerek kalmadan da tek kelimeyle anlatabiliyormuş insan kendini. Her çocuğun yüzünde okuyabileceğim yüzlerce kitap olduğunu anladım bu projemde.

Matematik etkinliğine girdim, çocuklara şöyle bir soru sordum:
“0, 1, .., 9, yani 10 rakam yerine sonsuz tane rakam olsaydı matematik nasıl olurdu?
Ya da sonsuz notalı bir piyano düşünün oradan bir müzik çıkartmak mümkün mü?”
Size de soruyorum sonsuz notaları olan bir piyanoda müzik çalabilir miydik?

Çocukların cevabı bana ışık oldu. “Hayır sonsuz tane rakam, ya da sonsuz tane nota olsa onları bir araya getirip bir şey yapamazdık” dediler.
“Haklısınız” dedim, “sonsuz mutluluğa, sonsuz başarıya ulaşmak için bir şeylerin sonsuz olmasına gerek yok”. Örneğin elinizde sonsuz sayıda kitap olmasa bile bizim getirdiğimiz kitapların da sizleri ulaşmayı istediğiniz doğrultuya yönlendireceğini ve her şeyi yapabileceklerini, motivasyonun çok ama çok kıymetli olduğunu söyledim onlara. Ellerindeki kısıtlı imkanlara rağmen çalıştıklarında başarabileceklerini belirttim. Bunları anlatmaya çalışırken anladım, sonsuzluğun sonsuzluktan gelmediğini…

Hepimiz düşünüyoruz “daha iyi bir gelecek, daha iyi bir hayat, daha iyi bir vatan.” Çoğumuz vazgeçiyoruz kolayca, olmaz biz yapamayız diyoruz. Çünkü hepimiz sonsuz sayıda bir şeyler istiyoruz. Kimimiz para, kimimiz kitap vb.

Aslında bunların hepsini bir kenara bırakıp güzel çocukların yüzündeki kitapları okusak anlarız bunların hiç birine ihtiyacımız olmadığını. Tek ihtiyacımızın gelecek için tıpkı bir meşale gibi yanıp tutuşan bu çocuklar olduğunu anlarız.

Ne kadar para ile alınabilir, o heyecan, o sevgi, o akıl?
Ya da hangi kitapta var o güzel çocuklardaki ışık ?

Umut etmeyi hayal kurmayı bırakıp gerçek hayata dönmeliyiz.
Gerçek hayat bu çocuklar ve bizi sonsuz başarıya götürecek olan da yine bu çocuklar,
Bu güzel ilk yar’larımız…

Dalga mı geçiyorsun düşler mi kuruyorsun
Öyle sonsuz sınırsız düşler kur ki çocuğum
Düşlerini som somut görüp şaşsınlar
Böyle bir dalgacı daha dünyaya gelmedi desinler

Dünyada yapılmamış işler çoktur çocuğum
Derlerse ki bu işler bişeye yaramaz
De ki bütün işe yarayanlar
İşe yaramaz sanılanlardan çıkar

Ve ben ömrümün sonuna kadar bu çocuklar ulaşmak için uğraşacağıma, gidilmemiş tek bir okul, yüreğine dokunulmamış tek çocuk kalana dek İlkyara gönüllü olacağıma söz veriyorum.

Ferdi KASIM
Mersin Üniversitesi

Kategoriler
İzlenimler

Ufacık Bi Sabır

Gecenin 4’ünde yola çıktık, çocuklara yetişip kavuşmak adına..
Ne nasıl anlatılır ya da klasik olacak ama hislerimi dökmeye bir kağıt kalem yeter mi bilmiyorum.

Yetmez, yetmemeli…

Zaman içinde sana iyi gelen mükemmel kalplere alışıp, geride bırakmak her zaman çok zor olmuştur illaki ama ilk gördüğün andan itibaren gönül bağı kurduğun çocuklardan 2 gün sonra ayrılması daha zordu.

Etkinliğine hiç girmediğim Oğuz.. Koridor ve dış deneylerde karşılaştık sadece birbirimizle. Daha okuldan gitmeden kızgınlık ve sevgiyle bir mektup hazırlamış benim için. Kızgındı çünkü sınıfında etkinlik yapamamıştım ve keşke dedim keşke okuldaki tüm sınıflarda etkinlik yapma şansım olsaydı hepsine ufakta olsa izler bırakabilseydim ama sevmişti herhalde olacak ki kısa süreli de olsa güzel bir bağ kurmuştuk.

Hüseyin vardı bir de, defalarca vedalaşamadığım ya da vedalaşmanın yetmediği bir çocuktu. Çünkü 2-3 kez erken gitmesi gerektiğinden dolayı vedalaştık. Son sınıf etkinliğime girdiğim de dakikalar sonra Hüseyin girdi içeri. “Meral abla sana son kez bir daha sarılabilir miyim?” dedi. Sarıldık. Ama o an o kadar farklıydı ki. Listeden nerede olduğumu kontrol edip yanıma gelmek için araştırmıştı. Son kez sarılmak için..

Güçlü durmak zorundasın, ama içinde de kıyametin koptuğu bir durum yaşıyorsun ve bu o kadar arafta kalmak gibi bir şey ki. Güç sınırlarımı zorlayan.

İsmail’i de unutmamak gerek, içinde öfkeyi biriktirmiş amacı herkese şiddet uygulamak olan bir çocuk. Aslında sevgisini de böyle gösteriyordu belki ya da hissettiği duyguları nasıl yansıtması gerektiğini bilmiyordu. Beni kovalayıp durdu gün boyunca, hatta arkadaşını dövmek için koşarken kavga etmemesi adına durdurmaya çalıştım onu ani bi refleksle ufacık da bi tokadını yemiş olabilirim..
Onun sınıfında resim etkinliğine girdim en son, önce hayal kurmalarını, sevdiği renkleri ya da gözlerinizi kapattığınızda kendinizi mutlu hissettiğiniz yerde düşünmelerini istedim kendilerini. Sonra gözlerini açmalarını ve boyalarla oyun oynamalarını istedim. Oynamışlardı da eğlenerek, paylaşmayı da öğrenerek resimlerini yapmışlardı. En son İsmail resmini bana teslim ederken bana hediye etmek istediğini söyledi. Küçük küçük çiçekler, papatyalar çizmişti. O an anladım, çocuğa gösterdiğiniz ufacık bi sabır ve sevgi onun kalbini çok başka yerlere taşıyabiliyordu. Çünkü bana vuran çocuk bi kaç saat sonra kendini hayal ettiği o resmi bana hediye etmek istemişti.

Oldukça yorucu bir projeydi benim için. Hatta tamamı uykusuz diyebilirim. Ama o kadar mutlu olup, o kadar güzel vakit geçirdim ki her bir saniyesi kalbimde çok özel bir yer edindi. Yorgunluğumu, uykusuzluğumu onların mutlulukla, “Meral abla” diye seslenişleriyle örttüm.

Daha fazla çocuğun hayallerine, umutlarına, hayatlarına dokunmak dileğiyle..

Meral Şevket
Mersin Üniversitesi
Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik

Kategoriler
İzlenimler

Mutluluk

Çok heyecanlıydım…

Çocukları karşıladık sonra dönünce de yemeğe gittik. Orada masaları dolaşıp sohbet ediyordu. Biraz ürkek biraz heyecanlı bakışlarla etrafı süzüyorlardı. Sonra Ali ile tanıştım onunla beraber gelenler lavaboya gittiği için masada tek başına oturuyordu. Masada karşısına oturdum sohbet etmeye başladık. Yanımıza gelebilmek için önce köyünden ilçeye oradan ile sonra da başka bir ile gitmiş. Ve en son uçağa binip yanımıza gelmiş. Konuşurken çok ürkek ve çekingendi.

Sonrasında SEM’e gittik. Orada çocuklarla beraber oyun oynadık. Sonrasında kalacakları yerdeki odaları ayarlamak için ayrılanlardan biri de bendim. Daha az vakit geçirmiş oldum ama akşam çocuklarla kalacak olan gönüllülerden biri olduğum aslında daha fazla vakit geçireceğimin mutluluğuyla yerlere ayarlamaya gittik. Geldiklerinde hemen herkesi yerleştirdik. Çok hızlı bir tanışma olmuştu bizim için.

Sonraki sabah erkenden kalktık ve Anıtkabir’e gittik. Çocuklar her şeyi hayranlıkla incelediler.

Grubumda Ayşe vardı. Uçağa binmekten korktuğu için gelmeden önce uçuk çıkarmış. Ayşe gezilerimiz boyunca çok az konuşuyordu. Oldukça sessiz olmasına rağmen anlatmak istediklerini bakışlarıyla ifade edebiliyordu. Mesela o kadar güzel gülüyordu ki, ya da ben ona baktığım zaman utanmayla karışık bir gülümsemeyle karşılık veriyordu. Galiba o bakışı anlatabilecek bir kelime yok. Bir sürü müzeye gittik. Hepsini ilgiyle inceleyip not aldılar. Yeni bir şey öğrenmeye aç oldukları o kadar belliydi ki ne anlatılırsa sanki akıllarına kazınıyormuşcasına sonrasında gittiğimiz müzeler hakkında sorular soruyorlardı. Ne zaman sohbet etmeye başlasak önce biraz çekiniyorlardı ama sonra sanki ailesinden biriymişim gibi kendiyle ilgili her şeyi anlatıyorlardı. Otobüse her binişimizde yol biraz uzak olsa bile çok çabuk geçiyordu. Çünkü hep beraber şarkı söylüyorduk. Zamanı hızlandırmanın formülünü bulmuştuk hep beraber. Yarım saatlik yol bile 5 dakikaymış gibi çabucak geçiyordu.

Son gün otobüsteyken Ayşe’nin kenarda bir şeyler karaladığını gördüm. Yanına gittim. Ne yazıyorsun bakalım, dedim. Kağıdı sakladı ve bana bakıp gülümsedi ve “Hiç” dedi. Bir 10 dakika sonra yanıma geldi ve kağıdı uzattı.

Bana mektup yazmıştı. Mektupta başta alışamadığını ama sonra çok alıştığını yazmıştı. Bir yandan ailemi göreceğim için gittiğime seviniyorum, bir yandan da sizden ayrılacağım için gitmek istemiyorum yazmıştı.

Bu kadar kısa zamanda bir çocuğun dünyasında böyle bir edinmenin mutluluğunu ifade edebilecek kelime yok galiba. Proje boyunca çocuklarla beraber otelde kaldığım için çok daha fazla vakit geçirme fırsatı yakaladım. Daha yakından tanıyabilme fırsatı buldum onların o güzel dünyalarını.

Ve çocuklar o kadar güzeldi ki onları tanıdıkça daha fazla projeye gitmediğim için yaşadığım pişmanlığı ifade edemem galiba. O kadar içtendiler ki birden arkamda iki kolla sarılmış buluyordum kendimi. Sonra yanağıma bir öpücük.. İşte mutluluğun tanımı bu olsa gerek…

Sevgilerle..

Tuğba Ergen
Ankara Üniversitesi
Bilgisayar Mühendisliği